VE İSRA VUSLATA ERDİ
Hikâyeyi biliyorsunuz. Sena…
Namı diğer İsra… Gece yürüyüşü… Arzın semalarına yolculuk...
Kur’an hafızı… Allah’ın sözlerinin muhafızı…
Anne-baba ayrı… Baba ile bağ tamamen kopuk. Anne ile ise arada uçurumlar.
Detaylar beni parçalıyor. Çok da devam etmek istemiyorum.
Meselenin neresinden tutacağım konusunda bu satırları yazarken bile kararsızım. Sırattayım.
Müsebbip kim sorusu dolaşıyor zihnimde, serseri bir kurşun gibi. Dalında koparılan bir yaprağın rüzgârda titreyişi gibi. Bir atom bombası gibi…
Gözlerim kararıyor olayı duyduğumdan beri. Nefesim daralıyor.
İsra’nın katil(ler)i kim?
Suçu bir iki kişiye atıp işin içinden çıkma kolaylığı beni bir başka rahatsız ediyor, boğuyor adeta.
Sevgisinden, merhametinden, bakışından mahrum eden anne-babayı bir kenara not etmek gerek. Altını kalın çizgilerle çizerek. Kopuş oradan başlıyor. Yele kapılma oradan… Köklerden kopma…
Hayata iki parça olarak devam etmeye çalışıyor. Bir tarafının silüeti belirsiz. Yarım demek bile eksik. Yarım yamalak belki biraz karşılar vaziyeti. O da sadece biraz…
Düşün, daraldığında, sıkıldığında, nefes almakta zorlandığında kendini atacağın bir kucak yok. Başını, saçlarını okşayacak bir el yok, düşün. Düşün, telefonda da olsa hıçkıra hıçkıra karşısında ağlayacağın biri yok. Bir kapı yok destursuz açabileceğin. Fırtınalı zamanlarda sığınacağın bir liman…
Sonra aldığımız eğitim… En delikanlı günlerimizi geçirdiğimiz okullarımız. İte kaka üç beş satır bizlere sadece çarpım tablosunu değil hayatı, ayakta kalmayı, çakallarla mücadele etmeyi öğretmeye çalışanlara takındığımız tavır. Onlara attığımız çelmeler…
Gestapolarla, karanlıklarla, bilumum insanlık düşmanlarıyla, kötülüklerle mücadele etme bilincini bize kazandıranlara, “Vakar nedir?” bize yaşayarak öğretenlere gösterdiğimiz reva. Onları baş tacı etmemiz gerekirken yaptığımız muamele…İyi adamlara çirkin davrananlar…
İsra’nın katlinde sizin de payınız var bilesiniz. Taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakanlar ey! Sizlere sesleniyorum, kaç İsra’nın vefatı içinizi soğutur sizin? Kaç darağacı sizi teskin eder? Kaç taze fidanın çakallara yem olması…?
Bırakın iyi niyet martavallarınızı. Bırakın istikbal kaygılarınızı. Katilsiniz siz. Alın bütün mevkilerinizi, makamlarınızı, dünyalıklarınızı, dolgun maaşlarınızı, akademik kariyerlerinizi cehenneme kadar yolunuz var. Cehennemin dibine kadar…
Bütün kariyer takıntıları, akademik başarı zırvaları ve daha fazlası İsra’nın bir gülüşünün, bir bakışının, kulağını süsleyen bir çiçeğin yerini tutar mı?
Değer mi bunlar elcik köpeklerine yem ettiğiniz gencecik fidan(lar)a. Değer mi?
Özümüzden, inancımızdan, medeniyetimizden koparıldığımız günden beri gün yüzü görmedik, görmeyeceğiz. İyiliği emredip kötülüğü def etme ayetlerini hayatımızdan çıkardığımız günden beri yüzümüz gülmedi.
Dünyayı kazanma adına dinimizden-ahiretimizden taviz verdiğimiz günden beri hem dünyamızın hem de ahiretimizin üzerinde kara bulutlar dolaşmakta.
Yeniden ayağa kalkıp, İsra’ların dünya ve ahiret saadeti için İlk ve son söz:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(Ali İmran 104)
“Onlar Allah’a ve âhiret gününe inanır, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırır ve hayır işlerde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar, sâlih kullardandır.” (Ali İmran 110)
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostu ve yardımcısıdırlar. İyiliği emir ve tavsiye eder, kötülüklerin önünü almaya çalışırlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte onlar, kendilerine Allah’ın merhametle muâmele edeceği seçkin kimselerdir. Şüphesiz ki Allah, kudreti dâimâ üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olandır.“(Tevbe 71)
“Allah’ın dinine yardım eden o mü’minler, kendilerine yeryüzünde bir hâkimiyet verdiğimizde, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, her türlü iyiliği emredip yayar, kötülük ve yanlışlıkları yasaklayıp önünü almaya çalışırlar. Bütün işlerin neticede varıp değerlendirileceği yer Allah’ın huzurudur.” (Hacc, 41)