CUMHURİYET YÜZ YAŞINDA
26 Ekim Perşembe günü gazeteci yazar Mustafa Armağan, Kâhta Kültür sitesinde bir konferans verdi. Konferans Filistin – Gazze’de yaşanan soykırımın gölgesinde biraz sönük geçse de, verimli ve eğitici bir etkinlik oldu. Organize edenlere teşekkür ediyoruz.
Muhafazakâr - İslami gelenekten gelen yazar Mustafa Armağan’ın anlatımlarından ve önceki okumalarımdan bende şu kanaat hâsıl oldu. Bu ülkede Cumhuriyetle kimsenin bir derdi yok. Hiç kimse monarşiyi – padişahlığı geri getirme niyeti ve derdinde değil. Neden saltanat kaldırıldı, neden cumhuriyet kuruldu diyen hiç kimse yok bu ülkede. Peki, sıkıntı nerede?
Cumhuriyeti bir eve benzetirsek sorun, cumhuriyetin içinin nasıl döşeneceğinde. Muhafazakâr kesim cumhuriyetin dini değerlerle barışık olmasını istiyor, laik kesim ise cumhuriyetin içeriğinde dine dair uygulamalar kesinlikle istemiyor. Özellikle İslam dinine ait bir değeri cumhuriyetin içinde görmeye tahammülleri yok. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan ve cumhuriyetin kuruluşundan sonra zirve yapan bu zıtlaşma ve mücadele bugün de devam etmektedir.
Örneğin Mustafa Armağan’a göre Cumhuriyet, Osmanlı’nın bir devamıdır. TBMM, Osmanlı Mebusan Meclisi’nin bir devamıdır. TBMM’yi kuran Mustafa Kemal Mebusan Meclisi’nde Mebustu. TBMM’nin üyelerinin çoğu Mebussan Meclisi’nde vekil – mebustu. Osmanlı Mebussan Meclisi’nin son gündem maddesi ‘’Ağnam Vergisi’’ idi, buna karşın TBMM’nin ilk gündem maddesi de gene ağnam vergisi idi. Yani küçükbaş hayvanlardan alınacak vergi…
3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medreselerin kapatılması vb. uygulamalarla Cumhuriyetin yapısı seküler olmaya başladı. Daha sonraki uygulamalarla bu süreç devam etti. 18 yıl süren ezanın Türkçe okunması işin tozu biberi oldu. Osmanlı’ya ve İslam’a ait değerlerin ıslah edilmesi (örneğin medreseler) yerine toptan kaldırılması ve dindar kesim ile amansız bir mücadeleye girilmesi muhafazakâr kesimi aslında çok da karşı olmadıkları cumhuriyetten soğuttu.
Said Nursi’nin sürgün edilmesi, İskilipli Atıf Hoca’nın haksız idamı, Milli Şair Mehmet Akif’in yurdu terk etmek zorunda kalması, Milli Mücadelenin ilk üç komutanından biri olan Kazım Karabekir’in peşine hafiyelerin katılması, camilerin amacı dışında kullanılması… Hukuk dışı uygulamalar kırgınlıklara, hayal kırıklıklarına sebep oldu. 28 Şubat sürecinde tekrar hortlatılan İslam düşmanlığı mağduriyetlerle beraber tekrar bir küskünlük meydana getirdi. AK Parti’nin bu ülkeye en büyük kazanımlarından biri de dindar kesimi devletle, cumhuriyetle barıştırması oldu.
Laik kesim, 3 Mart 1924 sonrası cumhuriyeti arzu ediyor. İki de bir Cumhuriyetin değerleri dedikleri seküler devlet yapısı ve yaşam biçimidir. Empati kurma ve tarihi objektif okuma alışkanlıklarından yoksun bu kesim yüz yıldır kendi kısır döngülerinde debelenip duruyorlar. Sol kesimin kazanım ve birikimlerini Kemalizm’in heybesine boşaltarak ayakta kalmaya çalışan laik kesimin Cumhuriyetin ikinci yüzyılına katacak bir şeyi kalmamışa benziyor.
Muhafazakâr kesim 1920 ile 1924 arası Cumhuriyeti istiyor. Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’nın bir devamıdır. Osmanlı, dinle barışık hatta dine dayalı bir yönetim anlayışına sahip olduğuna göre Cumhuriyet Türkiye’si de dini değerlerle barışık olmalı en azından, İslam dini ile kavgalı olmamalı kanaat ve isteği var. Bir anlamda İslami kesim Muhafazakâr Cumhuriyet istiyor, laik kesim ise seküler bir Cumhuriyet istiyor. Bu mücadele yüz yıldır yaşanıyor ve ne yazık ki bir süre daha yaşanacak gibi görünüyor.